31 Ocak 2017 Salı

öyle bir gün

öyle bir günde öleceğim ki,
ölmek için hiçbir sebebim olmayacak.

kuşların en iyi cıvıltılarının duyulduğu bir zamanda
ve güneş hiç batmayacak gibi bir kudretle ışıldadığında,
beni burada arama.

öyle bir günde öleceğim ki,
kitaplarım yazılmış ve şarkılarım söylenmiş olacak.

teoride ve pratikte her şey doğru olduğunda
ve en mantıksız şeyin ölmek olduğu bir zamanda,
tam sevilmişken ve nefret edilecek kadar güçlenmişken,
kaybedilecek çok şey varken,
hiç kimseyi rahatsız etmeden gideceğim.

öyle bir günde öleceğim ki,
hem ölümlü olduğumu,
hem de ölümsüz olduğumu bileceğim.

şimdilik kavgaya devam edeceğim.
sonuna kadar.

sonuna kadar.


kahraman deniz
17 nisan 2014, istanbul

5 Ağustos 2016 Cuma

SEMTİN ÇILGIN ÇOCUĞU

    “Baba,” diye söze girdi Kâmil, “Ben de seninle geleyim mi?”
    “Olmaz, oğlum,” diye yanıtladı babası, “Israr etme artık, sikeceğim tahtanı.”
    Kâmil’in babası, İsmet, mahalledeki Posta Güvercinlerini Sevenler Derneği’nin hatırı sayılır bir müdavimiydi. Kamil’in ısrarının sebebi, babasıyla derneğe gitmek istemesiydi, fakat İsmet’ten yine izin çıkmamıştı.
    Kâmil, annesinin derneği küçümsemesinden hiç hoşlanmıyordu. “Baban gidiyor da ne oluyor? Sanki bir faydası var…” diyen annesinin öyle mühim bir gizemin arayışından uzakta olduğunu düşünüyordu ki ona acıyordu. “Allah o derneğin belasını versin… Kuş dövüştürmekten başka bir halt ettikleri yok, fakire-fukaraya yardım ettikleri yok. Habire kuş dövüştürüyorlar,” sözlerini ise hiç dikkate  almadı. İsmet, karısıyla yeni bir kavgaya girişmek istemediğinden, kahvaltıyı sonlandırıp pijamasını çıkardı ve günlük kıyafetlerine girdi. “Ben çıkıyorum, Sevim. Haydi, Allah’a emanet…” dedi karısına. Sevim cevap vermedi. İsmet de cevap beklemeden çıkmıştı zaten.
    “İsmi Posta Güvercinlerini Sevenler Derneği olan bir kuruluşu kuş dövüştürmekle suçlamak, ancak ve ancak iftiracılıktır, yalancılıktır, bozgunculuktur,” dedi Kâmil, kavanozdan çikolata kazımaya çalışırken.
    “Hassiktir, babasının boku,” diye cevap verdi annesi Sevim, vişne reçelini ekmeğe iyice yedirme uğraşındayken. İyi kadındı Sevim. Mahallenin en az gülen, ama çok güldüren kadınıydı. “Bir insanın ya aklı vardır, ya çocuğu” sözüyle hayatındaki en büyük pişmanlığı özetlerdi hep.

    Kahvaltıdan sonra sokağa çıktı Kâmil. Apartmanın arka tarafındaki avluya yürüdü. Aradığı kişiler, çocuk parkının yanında oturuyorlardı. Onlara yanaştı, hiç konuşmadan yanlarına oturdu. Derdi olan bir adam gibi görünerek, “Selâmün aleyküm,” dedi. “Aleyküm selam,” diyerek karşılık verdi diğerleri. Aralarındaki en yaşlı ve tecrübeli olan on iki yaşındaki Mertcan lafa girdi: “Ne oldu, lan, Kâmil?”
    “Hiç…”
    “Söylesene, lan, merak ettik.”
    “Benim peder beni yine yanına almadı.”
    Futbol oynamaya karar verdiler. Genellikle verdikleri kararlar hep bu yönde olurdu zaten. Belirli çizgileri olmasa bile bir şekilde ceza sahası olduğunu söyledikleri bölgede topa elle müdahale eden Hamdi, kalecinin değiştiğini ve kendisinin kaleci olduğunu iddia etmesiyle bir söz dalaşına sebep oldu. “El var, ulan!” dedi Kâmil, “Kaleci sen değildin! Eline top değince mi kaleci oldun? El var işte! Penaltı bizim…”
    Kalecinin Hamdi olduğu kabul edildi. “Tamam, ağlamayın, tamam,” diyerek meseleyi haklı ve güçlü kapatmaya çalışan Kâmil’i pek umursamadılar. Adalet yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Maçtan sonra deri dükkânlarından birinin önündeki merdivenlere yerleştiler. Kâmil ayaktaydı. Tek başına ve dimdik. Ve dokuz yaşında.
    “Auuu! Merve geliyor!” dedi Sıtkı. Tüm ekip, bakışlarını sokağı geçmekte olan Merve’ye taktı. Kâmil bazen bakışlarını kaçırıyordu, çok istekli görünmek tarzına uygun değildi. Dernek meselesi hariç.
    Merve apartmana girip görünmez olunca, çocuklar bir tartışmaya girdi: “Babası inanmıyormuş, biliyor musunuz?” dedi Hamdi. Diğerlerini kızdan uzaklaştırmak istiyordu ve her aşağılık insan gibi, manipülasyonda dini kullanıyordu. Sekiz yaşında ve şeytanî.
    “Neye inanmıyormuş, lan?” diye bir soru geldi Berke’den.
    “Allah’a inanmıyormuş. Annem söyledi.”
    “Nereden duymuş?”
    “‘Hoş geldin’ ziyaretine gitmiş annem, evde gâvur kitapları görmüş.”
    “Nasıl kitaplarmış onlar?” diye sordu Mertcan.
    “Bilmiyorum…” diye yanıtladı Hamdi, “Adam zaten üniversitede Fizik hocasıymış. ‘Onlarda olur öyle,’ dedi annem.”
    “Dinsizin kızı da dinsiz olur.”
    “Bize gelmez.”
    “Gelmesin zaten.”
    “Ama çok güzel kız,” diyerek sohbete katıldı Muharrem.
    “O kadar da güzel değil, abartmayın,” dedi Kâmil.
    “Hastir lan!” diyerek güldü Mertcan, “Kız sana bir kez gülse, Allah’ını unutursun, enayi.”
    Kâmil birkaç adım öne çıktı ve sırayla, çocukların her birinin yüzüne baktı, parmak uçlarını aşağıya çevirdi, avuç içlerini arkadaşlarına yöneltti ve seslendi: “Semaya kalkan şu iki elim asla inmez!”
    Beklediği tepkiyi alamayınca, hiç konuşmayarak az önceki yerine geçti. Belki yeterince etkili bir cümle kuramamıştı. Bunun üzerine epey düşündü. Sonra, arkadaşlarının yeterince zeki olmadığına karar verdi ve vardığı bu sonuç onu rahatlattı.
    Akşam yemeğine yetişebilmek için koşarak eve gitti. Annesi kapıyı açtı ve koşarak mutfağa döndü. Kâmil, ağzının kurumasından anlamıştı ki yine soğan doğranıyordu. Yakınlarında soğan doğranınca ağzının kuruduğunu fark etmesi, büyük bir bilimsel keşif gibi gelmişti ona.
   
    Ertesi güne uyandıktan sonra Kâmil’i evde gören olmadı. Ev ahalisi onun nerede olduğunu biliyordu. Kasımpaşa’nın futbol maçı vardı ve Kâmil her maç öncesi yaptığı gibi, kapüşonunu kafasına geçirip ‘Eye Of The Tiger’ şarkısının melodisini mırıldanarak koşu yapmaya çıkmıştı. Takımda yer alacağı günü heyecanla bekliyordu. Şimdiden azimle çalışıyor ve takıma faydalı bir kişi yetiştiriyordu. Maçı izlemeden önce böyle hâllere girmesine anlam veremeyen arkadaşlarının ona hayran olacağı zamanın da geleceğine emindi.
    Kâmil yol üzerinde Recep’e rastladı. “Nasılsın Recep?” dedi, koşuya devam ederken. Recep bir kediye eziyet ediyordu. “DÜNYAYI YÖNETECEĞİM! HA-HA-HA! YENİ DÜNYA’NIN BAŞKANI BEN OLACAĞIM!” diye bağırdı Recep. Kâmil onu umursamadan koşmaya devam etti. Recep’in zekâsında veya ona benzer bir şeyinde gerilik olduğunu biliyordu. “Allah onu da öyle yaratmış… Ne yapsın gariban?” diye geçirdi aklından. Muharrem’in bağırdığını duyana kadar, koşmayı sürdürdü. Arkasına döndü ve Muharrem’i ona doğru koşarken gördü.
    “Ne var, lan?” diye sordu.
    “Kâmil… Birader… Kız gitmiş…” diye konuşmaya çalıştı Muharrem, ama attığı depar yüzünden nefes almakta zorluk çekiyordu.
    “Ha? Ne?”
    “Merve… Gitmiş.”
    “Nereye gitmiş?”
    “Taşınmışlar.”
    Cevap vermedi Kâmil. Yürüyerek geri döndü ve o günkü maçı izlemedi. Akşamleyin semtin dar sokaklarından birinde hayatının ilk sigarasını içti. “Oğlun artık masum değil, anne,” dedi kendi kendine.


Kahraman Deniz

1 Ağustos 2016 Pazartesi

bir uzay şiiri

bir yıldız olamayacak kadar loşum,
aksini ispatlayacak kadar aydınlık,
kendini bile yutacak kadar derin,
hem sen de biliyorsun ya,
ayaklarım bile bu dünyaya büyük.
başka bir gezegene akarken,
bardaktan sıçramış rahatsız edici damla gibi
buraya düştüm belki.
onu bilmem de,
bebekler yanıyor, bebekler
ve izleyen olmadığında çoğu kez hiçbir şey
gerçekleşmez.
biri izliyor.
tut bir yerimi ki ben de geleyim peşinden.
houston, houston.
benim hiç uzayım olmadı, sevgilim.
benim hiç sevgilim olmadı uzay.


kahraman deniz
4 aralık 2014, istanbul

kimler yalnız?

sürüden uzak duranın yalnız olduğu kadar
yalnızdır sürünün kendisi;
sürüye uymak çözüm değil elbette,
ama gitmek nedir ki?


kahraman deniz


bir yol, iki yol

istemeyi bıraktığımda,
dünyayı avuçlarımın içinde bulurum.
tanrılar benim için hep bir şakayı
muhafaza ederler.
yaşamayı bir yere kadar severim,
avuçlarım dolduğu sürece güzeldir yaşamak.
hepimizin derdi de bu zaten,
avuçlarımızı doldurmak.
bir şeyle veya birkaç şeyle.
ama ölüm, kaygan veya sıcak değil,
fakat yaşamaya değer,
son ve en güzel şeydir
ölümü tatmak.
bunu biliyorum,
çünkü deneyimlendikçe çirkinleşir
yaşayan her şey
ve genellikle her şeyin iki yolu vardır;
ben seçmeyi hiç sevemedim.
bekliyorum,
tek yola çıkan yolu bekliyorum.
en adaletli yolu.
akıllı veya ahmak olup olmadığıma bakmayan,
güzel veya çirkin olup olmadığımı umursamayan,
beni yalnızca var olduğum için alan,
o yolu bekliyorum.
erkenci olabilecek kadar cesur değilim.
dengesiz, aheste,
birkaç şiir ve birkaç beste ile,
var oluyorum, dağılıyorum,
bilmiyorsunuz,
bilmiyorsunuz.


kahraman deniz

bohemleşemeyenlere

seninle bir konuda anlaşalım,
aptal züppe,
olmak istediğin kişi değilsin sen:
bohem bir şair,
bir aydın,
bir entelektüel
veya
her ne bok olduğunu zannediyorsan o değilsin.

yapabildiğin en bohemce eylem,
boynu fularlı ya da kalın çerçeveli gözlüklü
sözde entelektüellerin zevzekçe sohbetleri eşliğinde,
kadıköy barlarından birinde
vakit öldürmek olabilir.

cümlelerimle ezdiğim ruhunu
hiç kirletmemişsin
ve o züppe tavırlarınla bana
marjinal esintiler sunuyorsun
ama ne yazdığın saçmalıklar sanat eseri olabiliyor,
ne de benim gibi adamları etkileyebiliyorsun.
umurunda değilim elbette,
fakat tüm o isyankâr tavrını
sıradan ailene ya da
yokluklarına alışamayacağın arkadaşlarına göster.

ne pişmanlık bilirsin anlattıklarındaki kadar,
ne orospuluk,
ne onursuzluk,
ne hainlik,
ne isyankârlık,
ne ibnelik,
ne berduşluk.
bilemezsin,
çünkü sen bu bayağı toplumun ihtiyaç duyduğu
bayağı muhalefetsin
ve ben senin olmak istediğin
herkesim,
her şeyim,
evet, öyleyim,
ama neredeyim?

neredeyim?


kahraman deniz
7 mart 2012, istanbul

böyle

yaşamamıza izin vermiyorlar;
bir yerlerde,
bir toprak parçasında, huzurlu bir arazide,
ilgilerini çeken bir şey mutlaka oluyor
ve yaşamamıza izin vermiyorlar.

her yeni gün, her yeni düğün,
bir yeni ve özgür hayat daha istemiyorlar,
çünkü her yeni güzellik bizim zaferimiz.

yaşamamıza izin vermiyorlar,
asla öldüremeyecekleri hislerimizle,
ama hisler ölmese bile biz ölüyoruz;
buna rağmen her yeni ve iyi resim, film,
yani herhangi bir yeni ve güzel sanat eseri
ya da bilim
bizim zaferimiz.

ama yaşamamıza izin vermiyorlar öylece,
bir şey ilgilerini çekiveriyor ve bu şey genellikle
başka bir şeyin sonunu getiriyor;
bilinmeli ki hiç kimse kazanamayacak bu şekilde.
hayatlarımız:
yaşamaya değmeyecek kadar uzun,
yaşamamız gerekenden çok kısa.

hiç kimse kazanamayacak bu şekilde.

başka bir adalet bizi bekliyor bir yerde,
öyle ya da böyle.
öyle ya da
böyle.


kahraman deniz

ağlardın

cıgaralıktan öldük mü, ölmedik.
biz de bilirdik caddede gövde şişirip gezmeyi,
dalyan gibi çocuklardık üstelik,
fukara fukara ışıldarken gündelik,
ne eğlendik, ne eğlendik,
dumansız havaları çok gördüler bize.

alenen kaybediyoruz yine,
ah bir de şu ümit olmasa,
bir de amerikan filmleri,
yenerdik elbette, yenerdik bir şeyi.

işbu meseleyi mesele etmek iş değil,
ama fukaraya mesele gerek,
hiçbir açlık unutulmuyor örtmeden gerçeği.
varımızı döker gideriz,
bilsen ağlardın, bilsen, 
öyle adamlar tanıdım,
her kesiğinden duman çıkar sanırsın,
bilseler ağlarlardı,
bir tek bakışı çok gördüler bize.
bazen hâlâ ışıldayan çocuklar görüyorum yine.
cıgaradan ölmüşler.
dalyan gibi çocuklardı hâlbuki.


kahraman deniz
4 aralık 2014, istanbul

adamca

şimdi tüketiyorum her şeyimi ve elbette
bu gençliği hatırlayacak ve ağlayacağım.
"hiçbir şey bilmemeye çok yakındın," diyeceğim,
"ah, aptal! kadınların hiçbir ânı boşa harcanmaz!"
benimki de öyle.
en kuvvetli arzum yazmak ve dedikleri gibi,
çok çalışıp tanrı olmak.

en azından, şimdilik,
adam olabiliyorum.
çok değerli biri değil,
ama en azından,
bir adam.
az verdiğimde asla fazla istemem hayattan.


kahraman deniz

bilirsin

çok yetenekli şarkıcıların
muhteşem melankolilerine hayransındır;
dokunaklı sözlerine ve müziklerine;
ama sana gerçekten dokunan aptalca bir bayağı aşk şarkısıdır belki.

ne olduğunu bilirsin sen.

çok güzel kadınlar veya adamlar görürsün,
mükemmel gözler veya burunlar görürsün;
ama yalnızca bir kişi vardır gerçekten görebildiğin.

kim olduğunu bilirsin sen.

“aşkını getir,” derler, “kendini getir,” derler,
“yüzünü getir,”
“ellerini getir,”
“bacaklarını getir,”
“dudaklarını getir,” derler,
iyi hissedersin;
ama bir insan, “merhametini getir,” der, olmasını istediği kişiyi değil,
olduğun kişiyi ister sadece.

nasıl hissettirdiğini bilirsin sen.

iyi yaşaman için neler yapman gerektiğini bildiklerini söylerler;
iyi okullar, iyi evlilikler, iyi işler önerirler;
sahibi olamadıkları her şeyi sende görmek isterler,
tavsiyeler senin içindir, seni düşünmeden.

nasıl yaşaman gerektiğini bilirsin sen.

özgürlükçü palavralar dinlersin,
ruhunu kurtaramamış kurtarıcıları takip etmeni beklerler,
insanlarla kardeşçe yaşamaya mecbur olduğunu
ve kimseyi öldürmemen gerektiği söylerler.

neyi öldürdüklerini bilirsin sen.

yanında huzurla uyuyabildiğin,
ama sevişebilmek için
uyanık kalmak istediğin vakitleri paylaşabildiğin bir insan tanırsın;
uyurken de, uyanıkken de sevişebiliyorsundur onunla aslında.
çirkinsindir ama sana bakmaya doyamaz,
komik değilsindir ama sana güler,
kayıpsındır ama seni bulur.
ve bazıları asla gitmez.

kim olduğunu bilirsin sen.


kahraman deniz
31 mart 2013, istanbul